Birey, Toplum, Millet Yaşamı



27 Haziran 2023

Toplum hakkında

Her şeyin koruyucusu, insan toplumudur. Bizi koruyan,refah içinde yaşatan, toplumdur. Bu sebeple topluma önem vermek, onu kuvvetlendirmek ve yaşatmak gerekir. Bunun için her türlü gelişme, huzur ve güven kaynağı toplumdur.

1932 (Enver Behnan Şapolyo, Atatürk ve Millî Mücadele Tarihi, s. 305)

Birey ve toplum

Bir toplulukta değer ve kuvvet, onu kuran bireylerin kendilerini değer ve kuvvet saymalarındadır. Ancak bu gibi bireylerden kurulmuş olan toplumlardır ki, bütün olarak değer ve kıymet manzarası gösterebilirler.İnsanlar, dünya yüzünde insan sıfatım aldıkları, tarihten önceki zamandan bugüne kadar, yalnız yaşayamayan ve kesinlikle topluluk halinde yaşamak doğal yazgısında yaratılmış olduklarını bilmelidirler. İşte bu nedenle hepimiz söyleriz, hepimiz şerefleniriz, hepimiz bu şerefi kendimize bağlayabiliriz; fakat gerçek şudur ki her bireysel şeref ve saygınlık ve kahramanlık hiçbir bireyin değildir, bütün bu bireylerden meydana gelen toplumundur.

Bu toplum içinde özellikle şeref aşamaları yapmak hatadır. Kuvvet aşamaları yapmak; bu ise o toplumun yapabileceği şey değildir, o toplumun bilinci dışında onun doğurabileceğinde ve doğurabileceklerinde belirirse, toplum kendinden doğmuş olan bu vaziyetlere karşı yadırgamaz.

1937 (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B. s. 88-90)

Milleti uzun yüzyıllar dalgın bırakan çeşitli sebepler arasında gerçek noktayı, bir kelime ile ifade etmiş olmak için diyebilirim ki, bütün yoksulluklarımızın kesin sebebi, düşünüş biçimi sorunudur. İnsanlar ve insanlardan meydana gelen topluluklar her şeyden evvel bütün bireyleriyle doğru bir düşünüş biçimine sahip olmalıdırlar. Düşünüş biçimi zayıf, çürük, hasta olan bir toplumun bütün çalışması boşadır.

1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 138)

Uzun yüzyılların uyuşturucu yönetim ve eğitiminin, bir toplumu bir günde, bir yılda serbest bırakabileceğini düşünmek ve kabul etmek doğru değildir. Bu sebeple, insan doğasını ve gerçeği bilenler, elinden geldiği kadar, bağlı olduğu milleti aydınlatıp doğru yolu göstererek, onlara, kurtuluş hedefine yürümekte rehberlik yapmayı en büyük insanlık görevi bilmelidirler.

1927(Nutuk 1, s. 359-360)

Bir millet, bir memleket için kurtuluş, esenlik ve başarı istiyorsak bunu yalnız bir kişiden hiçbir zaman istememeliyiz. Umumî kurtuluşu, gene umumî gayret temin eder ve bir millet, bir toplum yalnız bir bireyin gayretiyle bir adım bile atamaz.

(M. Turhan Tan, Ata Sözü, En Büyük Kaybımız, s. 93 – 94)

En iyi bireyler, kendinden çok bağlı olduğu toplumu düşünen, onun varlığının ve mutluluğunun korunmasına yaşamını veren insanlardır.

1930 (Ayın Tarihi, Cilt: 24, Sayı:82-83, 1931)

Hak ve görev

Hakların en birincisi, yaşamak hakkıdır. Diğer bütün haklar ve bu haklara karşılık olarak yapılan görevler, hep yaşamak hakkına dayanır. Bugünkü hukuk, insanları, her kim olursa olsun, herhangi memlekette bulunursa bulunsun, yaşamak hakkına sahip sayar. Şüphe yok, bir insanın yaşamak hakkı, onu diğerlerinin yaşamak hakkına saygı göstermek göreviyle bağlar. Bu fikri daha açık ifade edelim: Bir insanın hakkı, diğer bir insan için görev olur ve yine bir insanın görevi de diğer insanın hakkı demektir. Hak, yetki dediğimiz zaman hemen aynı şeyleri anladığımız gibi görev, zorunluluk, yükümlülük, ödev ve borç da birbirinden ayrılmayan şeylerdir. Anlıyoruz ki, hakkın bulunduğu yerde görev ve görevin bulunduğu yerde hak vardır. Yani, her insan aynı zamanda hem kendine ait birtakım haklara sahiptir, hem de başkalarına ait hakların kendine yüklediği birtakım görevlere sahiptir.İnsanlar, toplumsal yaşamda haklardan ve görevlerden örülmüş bir ağ içinde düşünülebilir.

İnsanlar, insan kaldıkça bu ağdan çıkamazlar. Şunu da bilmelidir ki, bu söylediğimiz esas, insanlık tarihine oranla yenidir ve hatta denilebilir ki, bu esas istenildiği derecede tam, kesin, değişmez olarak bütün insanlığın ruhuna henüz girmemiştir.

1930 (Afetinan, M.B. ve M.K.Atatürk ün El Yazıları, s. 42)

Toplum bireyleri arasında bağlılık

Bütün insanlar, bir toplumsal vücudun parçalarıdır ve bu sebeple birbirine bağlıdır.

1930 (Afetinan, M.B. ve M.K.Atatürk ‘ün El Yazıları.s. 522)

Başkasına olan bir iyilik bize de iyiliktir; başkasına olan kötülük bize de kötülüktür. Bu sebeple iyiliği sevmek ve kötülükten kaçınmak gerekir. Yaptığımız işler, etrafımızda sevinçler veya acılar halinde yankılar uyandırır; bu hal bize vicdan görevleri duyurur. Bağlılık, bizi başkaları için hoşgörülü yapar. Çünkü, başkalarının kusurlarında bizim de istemeyerek ekseriya beraber suçlu olduğumuzu gösterir.

Özetle, bağlılık, “herkes, kendi için” yerine “herkes, herkes için” düşüncesini koyar. Bu düşünce toplumsaldır, millîdir, geniş ve yüksek anlamıyla insancadır.

1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yanları,s. 73; 529-531)

Toplum bireyleri arasında hoşgörü

 Çeşitli inanışta kimseler, birbirlerine kin, nefret besliyorlarsa, birbirlerini hor görüyorlara ve hatta sadece birbirlerine acıyorlarsa, bu gibi kimselerde hoşgörü yoktur; bunlar

bağnazdırlar. Hoşgörü o kimsede vardır ki, vatandaşının veya herhangi bir insanın vicdanî inanışlarına karşı, hiçbir kin duymaz; tam tersine saygı gösterir. Hiç olmazsa, başkalarının, kendininkine uymayan inanışlarını bilmemezlikten, duymamazlıktan gelir. Hoşgörü budur. Fakat, gerçeği söylemek gerekirse diyebiliriz ki, özgürlüğü özgürlük için sevenler, hoşgörü kelimesinin ne demek olduğunu anlayanlar, bütün dünyada pek azdır. Her yerde genel olarak geçerli olan bağnazlıktır. Her yerde görülebilen barış görünümünün temeli, bağnazlık ile özgür fikrin, birbirine karşı kin ve nefreti üstündedir. Temelin devrilmemesi, kin ve nefret zeminindeki dengeyi tutan fazla kuvvet sayesindedir. Bu söylediklerimizden şu sonuç çıkar ki, aramızda, özgürlük engellerinin ortadan kalktığına, bizim gibi düşünen ve hissedenlerle birlikte yaşadığımıza karar vermek güçtür. O halde görülen, hoşgörü değil, zaafın dermansız bıraktığı bağnazlıktır.Şüphesiz, fikirlerin, inançların başka başka olmasından, şikâyet etmemek gerekir. Çünkü, bütün fikirler ve inançlar, bir noktada birleştiği takdirde, bu hareketsizlik belirtisidir, ölüm işaretidir. Böyle bir hal elbette arzu edilmez. Bunun içindir ki gerçek özgürlükçüler, hoşgörünün yaradılıştan bir özellik olmasını temenni ederler.

1930 (Afetinan, M.B. ve M.K.Atatürk’ün El Yazıları s. 509-512)

Unutmamalıdır ki, bazı insanlar geleceği, geçmişin arasından görmekte direnirler. Bunlar, ilişkimizi kestiğimiz geleneklere karşı mutlaka, bağlılığın eski haline döndürülme-sini isterler. Bu gibi insanlar, kendi inandığı gibi inanmayan kimseleri istedikleri gibi ezemezlerse, kendilerini manevî baskı altında hissederler.

1930 (Afetinan, M.B. ve M.K.Atatürk’ün El Yazıları s. 514-515)

Hoşgörünün arzu edildiği gibi, genelleşmesi, huy haline gelmesi fikrî eğitimin yüksek olmasına bağlıdır.

1930 (Afetinan, M.B. ve M.K.Atatürk’ün El Yazıları, s. 515)

Kamuoyu ve Türk kamuoyu

Kamuoyu, milletin içinden taşan bir, değişik fikirler denizidir. O denizde çeşitli akımlar, çeşitli tartışma dalgaları oluşturur. Kamuoyu, ruhsal bir âlemdir. Orada seyreden fikir mücadelesi, dikkatli gözlerden gizli kalamaz.

1930 (Afetinan, M.B. ve M.K.Atatürk’ün El Yazıları, s. 59; 479-480)

Gerçek kamuoyu, dışarıdan kimsenin etkisi olmaksızın doğal olarak var olan fikir ve duyguların, yine doğal olarak yarattığı bir havadır. Halbuki insan daima etki altında kalır. Yalnız yeter ki bu etki, toplumu meydana getiren insanların gerçekten onları düşünen ve bütün varlığını onlara veren ve adayanları tarafından yaratılsın. Bu şekilde yaratılacak olan kamuoyu, bu memleketin geleceğini temin edebilir. Yoksa, herhangi esen bir hava ile değişebilecek bir kamuoyu içinde yaşarsak yarına güven mümkün olmaz.

Türk milletinin sağlam bir fikre sahip olmasını sağlamak amacımızdır. Yürüdüğümüz gerçek yolunun, milleti mutluluğa eriştiren biricik yol olduğunu anlatmak gerekir. Her şeyin yapılmasına çalışırken bütün çalışmanın, bütün girişimlerin üstünde Türk kamuoyunu gerçeği kavrama ve sezmeye alıştırmak, bu hali ona doğal hal yapmak, şuradan ve buradan gelecek günlük fikirlere ve sahtekâr ve aldatıcı telkinlere asla önem vermeyecek bir olgunlukta yaratmaktır.

1931 (Ayın Tarihi, Cilt: 24, Sayı: 82-83, 1931)

Kamuoyu gibi gösterilmek istenilen yapay fikirler, en nihayet, hususî fikirler gibi düşünülebilir. Değerli ve yararlanmayı gerektirir görülürse göz önüne alınır; fakat, devlet yönetiminde uyulması gerekli kurallar niteliğinde sayılamazlar. Genel değeri olmayan fikirlerin ve görüşlerin gereğinden fazla önemle karşılanmaması, o fikirler ve görüşler sahiplerini üzmemelidir. Dargın hislerine yenilerek serzenişlerde bulunanları mazur görsek bile, haklı bulamayız.

1925 (Atatürk’ün S.D.V, s.210)

Kamuoyunu yanıltanlar

Bu memleketin içinden ve bu memleketin evlâdından -bilmiyorum evlâdından mıdır?- bazı insanların bütün gerçeklere göz yumarak kamuoyuna yanlış fikirler ve yönler göstermesi gerçekten üzüntü vericidir. Bunu yapanlar ya çevrelerini göremeyecek kadar cahil ve ahmak, yahut gerçeğe değinmekten korkacak kadar alçak ruhlu kimselerdir. Her iki halde de bu gibiler, Türk milletinin yüksek kamuoyu karşısında, hiç olmazsa utanç duymalıdırlar.

1931 (Vakit ve Cumhuriyet gazeteleri, 1.2.1931)

Kamuoyu ve Hükümet,

Hükümet tutum ve hareketlerini düzenlemek için, kamuoyuna önem verince, kamuoyu örgütlenir. Kamuoyunun daima yararlanılabilecek, hazır bir halde bulunabilmesi, onun bir örgüte sahip olmasıyla mümkündür. Bu örgüt, serbest eleştiri ve tartışma alanıdır. Bu alan sürekli açık olmalı ve daima çeşitli fikirlerle beslenmelidir. Bu ise, basının çabası ve halkın yararının her gün yeniden yeniye tartışılmasıyla olur.

1930 (Afetinan, M.B. ve M.K.Atatürk’ün El Yazıları, s. 60; 485)

Millî egemenlik esasına dayanan temsilî bir hükümette, kamuoyu büyük rol oynar. Basın ve toplantı özgürlükleri olmadan ve halka ait işler hakkında geniş bir eleştiri alanı bırakılmadan, kamuoyu görevini yapamaz. Millî egemenlik ve temsilî hükümet fikrinin yayılması ve yükselmesi, ancak kamoyunun etkinliğiyle mümkündür.

1930 (Afetinan, M.B. ve M.K.Atatürk’ün El Yazıları, s. 59; 477-478)

Özgürlüğün tanımı

Özgürlük, insanın düşündüğünü ve dilediğini sınırsız olarak yapabilmesidir. Bu tarif, özgürlük kelimesinin en geniş anlamıdır. İnsanlar, bu anlamda özgürlüğe, hiçbir zaman sahip olamamışlardır ve olamazlar. Çünkü herkesçe bilinir ki insan, doğanın yaratığıdır. Doğanın kendisi de sınırsız özgür değildir, evrenin yasalarına bağlıdır. Bu sebeple, insan ilk önce, doğa içinde, doğanın yasalarına, şartlarına, sebeplerine, etkenlerine bağlıdır. Meselâ, dünyaya gelmek veya gelmemek insanın elinde olmamıştır ve değildir. însan, dünyaya geldikten sonra da, daha ilk anda, doğanın ve birçok yaratıkların esiridir. Korunmaya, beslenmeye, bakılmaya, büyütülmeye muhtaçtır.

1930 (Afetinan, M.B. ve M.K.Atatürk’ün El Yazıları, s. 450)

Özgürlük hakkında

Özgürlük olmayan bir memlekette ölüm ve çöküntü vardır. Her ilerlemenin ve kurtuluşun anası özgürlüktür.

1906 (Atatürk’ün S.D.II, s. 1)

Özgürlükten doğan buhranlar ne kadar büyük olursa olsun, hiçbir zaman fazla baskının sağladığı sahte güvenlikten daha tehlikeli değildir.

1930 (Asım Us, Hatıra Notları, s.21)

Özgürlük, Türk’ün yaşamıdır.

1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s.464)

Yazgısını, kendini zincire vuran kişilere terk eden milletler, o kişilerin keyif ve arzularına oyuncak olmaya karar vermiş, bunu kabullenmiş sayılırlar. Bu türlü milletler, talihlerini ellerine bıraktığı insanlar başarı kazandıkça o in

sanların daha kuvvetli baskısı altında kalırlar. Başarı kazanmazlarsa felâket, yok olma yalnız o insanlara değil, onlara bağlı olan topluma gelir. O halde her iki olasılıkta da böyle bir millet, felâketle karşı karşıyadır ve bu kötü sonuca varması kaçınılmazdır.

1922 (Atatürk’ün s.D.11, s. 27)

Varlığını anlamış olan, özgürlük ile tutsaklığın farkını takdir eden, ölümü tutsaklığa tercih eden ve bunu her gün gerçekten kanıtlamakta olan bir milleti, her ne olursa olsun ortadan kaldırmayı amaçlayan zalim arzuya düşmek kadar dünyada vahşet düşünülebilir mi?

1922 (Atatürk’ün S.D.II, s. 36)

Diyorsunuz ki, baskı fikri ve gericilik bir daha yer bulamayacaktır. Ben de aynı düşüncedeyim. Bunu, sizin gibi gençlerden işitmek şeref vericidir.

1922 (Atatürk’ün S.D.II, s. 48)

Sosyal özgürlük

Siyasal özgürlüğü şimdiden kayıtsız şartsız verdiniz; sonu ne olacak? Halk sokaklarda yine serbestçe bağırıp çağıracak; amaç bu mu? Her şeyden önce sosyal özgürlük,

efendiler! Sosyal özgürlük! Millete önce bunu vereceğiz;böylece o, kendi siyasal özgürlüğünü alacağı ve iyi kullanabileceği evreye gelir. (Atatürk’ün R.Y.G.S., s.240)

Vicdan özgürlüğü hakkında

Vicdan özgürlüğü sınırsız ve sataşılmaz, bireyin doğal haklarının en önemlilerinden tanınmalıdır. Uygarlığın geri olduğu bilgisizlik dönemlerinde, fikir ve vicdan özgürlüğü zorbalık ve baskı altında idi. İnsanlık bundan çok zarar görmüştür. Bilhassa din koruyuculuğu kılığına bürünenlerin, gerçeği düşünebilenler, söyleyebilenler hakkında uygun gördükleri zulüm ve işkenceler, insanlık tarihinde daima kirli facialar olarak kalacaktır.

Türkiye Cumhuriyeti’nde, her ergin dinini seçmekte özgür olduğu gibi, belli bir dinin merasimi de serbesttir; yani dinî tören özgürlüğü korunmuştur. Doğal olarak, dinî törenler güvenliğe ve genel töreye aykırı olamaz; siyasal gösteri şeklinde de yapılamaz. Geçmişte çok görülmüş olan bu gibi hallere, artık, Türkiye Cumhuriyeti asla katlanamaz. Bir de, Türkiye Cumhuriyeti içinde, bütün tekkeler ve zaviyeler ve türbeler yasayla kapatılmıştır. Tarikatlar kaldırılmıştır. Şeyhlik, dervişlik, çelebilik, halifelik, falcılık, büyücülük, türbedarlık vb. yasaktır. Çünkü bunlar gericilik kaynağı ve bilgisizlik damgalarıdır. Türk milleti, böyle kuruluşlara ve onların mensuplarına katlanamazdı ve katlanmadı.

1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazılan, s. 470-472)

Kişisel özgürlükler ve devlet

Çağdaş demokraside bireysel özgürlükler, özel bir değer ve önem almıştır; artık bireysel özgürlüklere devletin ve hiç kimsenin karışması söz konusu değildir. Ancak, bu kadar

yüksek ve değerli olan bireysel özgürlüğün, uygar ve demokrat bir millette, neyi ifade ettiği, özgürlük kelimesinin sınırsız şekilde düşünülebilen anlamıyla anlaşılmaz. Söz konusu olan özgürlük, toplumsal ve uygar insan özgürlüğüdür. Bu nedenle bireysel özgürlüğü düşünürken, her bireyin ve nihayet bütün milletin ortak yararı ve devlet varlığı gözönünde bulundurulmak gerekir. Diğerinin hak ve özgürlüğü ve milletin ortak yararı, bireysel özgürlüğü sınırlar.

Bireysel özgürlüğü sınırlama, devletin de âdeta esası ve görevidir. Çünkü, devlet bireysel özgürlüğü temin eden bir kuruluş olmakla beraber, aynı zamanda bütün hususî faaliyetleri, umumî ve millî amaçlar için birleştirmekle görevlidir. “Özgürlük, başkasına zararı dokunmayacak her türlü tasarrufta bulunmaktır” denildiği zaman vatandaş özgürlüğünün, yalnız bunun amaç olduğu, devletin bu amacı temin için bir vasıta sayıldığı ifade edilmiş olur. Fakat bu vasıtadır ki, milletin genel yararını ve amacını koruyacaktır.

1930 (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., s.278)

Vatandaşlar bilmelidir ki, vicdanî ve fikrî özgürlük vardır; fakat nihayet bunlar sınırsız değildir. Bireysel özgürlük karşısında bireylerin hepsinin kurduğu, dayandığı bir devlet, devletin de yönetimi, egemenliği vardır. Bireylerin özgürlüğünü korumakla görevli olan insanların, diğer taraftan devletin de irade ve egemenliğinin felçli bir hale gelmemesine çok dikkat etmeleri gerekir. Bireylerin özgürlüğü, devletin egemenlik ve iradesinin korunmasına bağlıdır. Devlet yönetimi felç olursa bireylerin özgürlüğünü koruyacak hiçbir kuvvet ve vasıta kalmaz. Bu nedenle özgürlüğü yalnız bir taraflı değil, her iki taraflı düşünmek gerekir.

Bireysel özgürlükler mukaddestir. Bunların korunması için daima çalışılır. Fakat bu çalışmada devletin kuvveti, otoritesi hiçe sayılırsa -tutalım ki belki bu hiçe indirilebilir-ancak bu takdirde bu gibi insanların nihayet kesinlikle başka bir devletin otoritesi altına girmek aşağılığına düşeceklerini, yabancı bir devletin otoritesinin tutsaklık zincirlerini kendi elleriyle boyunlarına takmaya mecbur olacaklarını akıldan çıkarmamak gerekir.

1931 (Vakit gazetesi, 19.2.1931; Taha   Toros,Atatürk’ün Adana Seyahatleri, s. 37)

Bireysel özgürlüğün ne kadarından kendi isteğiyle vazgeçilmesi gerekeceği, içinde bulunulan zamana ve memlekete göre değişir. Olağanüstü zamanlar, olağanüstü önlemler gerektirebilir. Bir de özgürlüğün kötüye kullanılması, özgürlüğün geçici, ama geniş miktarda sınırlanmasını gerektirebilir. Bütün bu önlemleri ve sınırlamaları tanımak gereği, devlet fikir ve kavramını ifade eder. Bu hususlardaki önlemlerin şiddetini ve sınırların genişliğini ölçmek, büyük bir sanattır. Devlet sanatı, işte budur. Vatandaşların genel özgürlük ve mutluluğu için, bireylerden, ancak devlet için zorunlu olan bir kısım özgürlüklerin bırakılması istenebilir.

1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 462-463)

Birey güvenliği

Biz yurt güvenliği içinde bireylerin güvenliğini de, lâyık olduğu derecede göz önünde tutarız. Bu güvenlik, Türk Cumhuriyeti yasalarının, Türk hâkimlerinin teminatı altında, en ileri şekilde mevcuttur.

1937 (Atatürk’ün S.D.I, s. 378)

Yurt güvenliği

Vatanın her köşesinde, kamu huzurunu bozan hâdisenin,yalnız oradaki vatandaşları değil, en uzak yerlerdeki vatandaşların rahatını, mutluluğunu ve çalışma yaşamını ve ekonomik durumunu ve üretimini etkilediği ve zarar verdiği açıktır. Bundan dolayı, her mutluluğun ve her çalışmanın ve özellikle ekonomik ve ticarî gelişimin ilk şartı, huzur ve rahat ile güvenlik ve yasa egemenliğinin, bozulması mümkün olmayan bir güven ve kuvvette bulunmasıyla sağlanır. Bu sebeple de cumhuriyet polis ve jandarmasının ve cumhuriyet ordusunun şeref ve itibarı, her düşüncenin üstündedir. Bu şeref ve itibara saygı için vatandaşlarımın dikkat ve uyanıklığını İsterim.

1925 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s. 520)

Cumhuriyetin iç siyaseti, vatandaşın yaşayışını hiçbir güç ve sataşmanın etkisinde bırakmaksızın temin etmektir. Bu siyaset dikkatle izlenmektedir.

1929 (Ayın Tarihi, Sayı: 68, 1929, s. 5024)