Kültür ve Bilim
27 Haziran 2023
Kültürün tanımı
Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür. Bu sözü burada ayrıca açıklamaya gerek görmüyorum. Çünkü bu, Türkiye Cumhuriyeti’nin okullarında birçok nedenlerle eser halinde belirlenmiştir.
Kültür okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden anlam çıkarmak, uyanık davranmak, düşünmek, zekâyı eğitmektir. Yine insan enerjisiyle ve fakat doğanın ona ilgi gösterildikçe tükenmez yardımıyla, yükselen, genişleyen insan zekâsı, sınırsız kavrayış anlamında “insanım” diyen bir özel nitelik kazanır.
İnsan, hareket ve faaliyetin, yani dinamizmin ifadesidir.Bu böyle olunca kültür, yukarıda işaret ettiğimiz insanlık niteliğinde insan olabilmek için bir temel unsurdur. Bunu kısaca açıklayalım: Kültür, doğanın yüksek verimleriyle mutlu olmaktır. Bu ifade içinde çok şey saklıdır. Temizlik, saflık, yükseklik, insanlık vb. Bunların hepsi insanlık niteliklerindendir. İşte kültür kelimesini mastar* şekline soktuğumuz zaman, doğanın insanlara verdiği yüksek nitelikleri kendi çocuklarına, torunlarına ve geleceğine vermesi demektir. Buraya kadar anlatmak istediğimiz, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti çocukları kültürel insanlardır. Yani, hem kendileri kültür sahibidirler, hem de bu özelliği çevrelerine ve bütün Türk milletine yaymakta olduklarına inanmaktadırlar.
1936 (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., s. 261-262)
Millî kültürün önemi
Şimdiye kadar izlenen öğretim ve eğitim yöntemlerinin milletimizin gerileme tarihinde en önemli bir sebep olduğu inancındayım. Bunun için bir millî eğitim programından söz ederken, eski dönemin hurafelerinden ve doğuştan var olan özelliklerimizle hiç de ilişkisi olmayan yabancı fikirlerden, doğudan ve batıdan gelebilen bütün etkilerden tamamen uzak, millî ve tarihî karakterimizle orantılı bir kültür kastediyorum. Çünkü millî dehamızın tam gelişmesi, ancak böyle bir kültür ile temin olunabilir. Gelişigüzel bir yabancı kültürü, şimdiye kadar izlenen yabancı kültürlerin yıkıcı sonuçlarını tekrar ettirebilir. Kültür, zeminle orantılıdır. O zemin, milletin karakteridir.
1921 (Atatürk’ün S.D. 11, s. 16-17)
Milletimizin dehasının gelişmesi ve bu sayede lâyık olduğu uygarlık düzeyine ulaşması, şüphesiz ki yüksek meslekler sahiplerini yetiştirmekle ve millî kültürümüzü yükseltmekle mümkündür.
1922 (Atatürk’ün S.D.I, s. 224)
1922 yılında İstanbul Darülfünunu Edebiyat Fakültesi fahrî profesörlüğüne seçilmesi nedeniyle, ilgili fakültenin Profesörler Kurulu’na gönderdiği teşekkür telgrafı:
Türk kültürünün odağı olan fakültenizin fahrî profesörlüğüne seçilmemden dolayı meclisinize teşekkür ederim. Eminim ki, millî bağımsızlığımızı bilim alanınızda fakülteniz tamamlayacaktır. Bu şerefli gelişmenin oluşmasını üstlenen kurulunuz arasında bulunmak bence övünç nedenidir.
1922 (Atatürk’ün S.D.V, s.139)
1923 yılında İstanbul Darülfünunu Edebiyat Fakültesi tarafından kendisine profesörlük rütbesi verilmesi nedeniyle ilgili fakültenin Profesörler Kurulu Başkanlığı’na gönderdiği teşekkür telgrafından:
Millî bağımsızlık, millî kültür ile eş olması nedeniyle bulunmakta olduğunuz öğretim kürsülerinde memleketin siz bilim adamları da hiç şüphesiz aynı çaba ve savaşın kahramanlarısınız. Bu nedenle değerli hizmetlerinizin daima artıcı ve verimli başarılarla devamını ve yükselmesini temenni eder ve bana verdiğiniz fahrî profesörlüğü içten övünç nedeni ve bir yüksek rütbe olarak kabul ettiğimi tekrar teşekkürlerimle beraber saygı ile bildiririm efendim.
1923 (Atatürk’ün S.D.V, s.146-147)
Millî kültürü yükseltmek
Kitap yazma ve çeviri işleri, millî egemenliğin dayanağı ve millî kültürün en önemli yayılma araçlarıdır.
1923 (Atatürk’ün S.D.I, s. 289)
Millî kültürün her çığırda açılarak yükselmesini, Türk Cumhuriyeti’nin temel dileği olarak temin edeceğiz.
1932 (Atatürk’ün S.D. I, s. 358)
-İşte memleketi kurtardınız. Şimdi ne yapmak istersiniz? sorusuna verdiği cevap :
-Millî Eğitim Bakanı olarak millî kültürü yükseltmeye çalışmak, en büyük emelimdir.
1923 (Tarih IV, Türkiye Cumhuriyeti, Haz: T.T.T.C, 1931, s. 247)
Millî kültürümüzü, çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkaracağız.
1933 (Atatürk’ün S.D.II, s.272)
Halkevleri hakkında
Partimizin, Halkevleri ile bütün yurttaşlara kucağını açması, vatanda sosyal ve kültürel bir devrim yaptı.
1935 (Atatürk’ün S.D.I, s.368)
Halkevlerinin 6. kuruluş yıldönümü nedeniyle İçişleri Bakanı ve C.H.P. Genel Sekreteri Şükrü Kaya’ya çektiği telgraf:
Kültür alanındaki gelişmemizde önemli bir görev gören halkevlerinin yıldönümü nedeniyle gönderdiğiniz telgraftan çok duygulandım. Teşekkür eder ve halkevlerine bilinçli ve ışıklı çalışmalarında başarılar dilerim.
1938 (Atatürk’ün S.D.V, s.197)
Yazı Hakkında
Atatürk tarafından yazdırılmış bir nottan:
Yazı: Bunda insan zekâsının inkâr kabul etmez gerçeğini görmemek mümkün değildir. Yazı, bu Türk kelimesi şu anlamı işaret eder: Her şey, özellikle bir şey! O da, insan zekâsının, düşüncesinin, kafasındaki geniş parlaklığın, o zekâ parlaklığının bütün buluş ve görüşlerinin, yapışlarının ifadesine yarayan bir şeydir. Şimdi dünya bilginleri yazıdan söz ettikleri zaman bununla Grek, Lâtin, Finike ve benzerleri harflerini ve bunlarla yazılmış olan çok eski eserleri amaçlarlar. Bu amaçlama şüphesiz doğrudur; ancak, sayılan türlü isimlerden evvel, isimli veya isimsiz yazılar yok mudur? Sümer’in, Hati’nin, Mısır’ın, onlardan daha çok eski olduğu bugün bilinen ve görülen Uygur’un, Maya’nın yazıları, tarihsel diye kaleleştirilen tarih çerçevesi dışında bırakılabilir mi? Bu yazılarla Orhon yazılan, dar kafalı tarihçilerin yaratmaya çalıştıkları yüksek kale bedenlerini onların kafalarına yıkmak için birer kale ve ayakta duran pek canlı kuvvet ve kudret ifade eden birer yazı anıtları değil midir?
1937 (Cevat Abbas Gürer, Yeni Sabah, 9.2.1941)
Fikir Hazırlıkları
Fikir hazırlıkları, seferberlikte asker toplamak için olduğu gibi davul zurna ile temin edilemez. Fikir hazırlıklarında gösterişsiz çalışmak, kendini silmek, karşısındakinde samimî bir inanç doğurmak gerekir.
1919 (Falih Rıfkı Atay, Atatürk’ün BA., s. 97)
fikrin gücü
Fikirler zor ve şiddetle, top ve tüfekle asla öldürülemez!
1922 (Atatürk’ün R.Y.G.S., s. 135-136)
Bütün ilerlemeler, insan fikrinin eseridir. Fikri harekete getirmek, birinci işimiz olmalıdır. Bir kere millet benliğine hâkim olsun ve düşünebilsin, yeter! Başlangıçta hatalı düşünse de, az zaman sonra bu hatayı düzeltebilir. Fikir bir kere faaliyete başladı mı, her şey yavaş yavaş düzene girer ve düzelir. Fikrin serbest hareketi ise, ancak bireyin düşündüğünü serbest olarak söylemek, yazmak ve verdiği karara göre her türlü girişimde bulunmak serbestisine sahip olmakla mümkündür.
(Kılıç Ali, Atatürk’ün Hususiyetleri, 1955, s. 64)
En büyük gerçekler ve ilerlemeler, fikirlerin serbest ortaya konması ve karşılıklı tartışılması ile meydana çıkar ve yükselir.
1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 473)
Büyük olaylar, fikirlerde büyük devrimler yapar.
1922 (Atatürk’ün S.D. II, s. 28)
Fikir akımları, zor ve şiddet ve kuvvetle reddedilemez;
tam tersine kuvvetlendirilir. Buna karşı en etkili çare, gelen fikir akımına, karşı fikir akımı vermek, fikri fikirle karşılamaktır.
1921 (G.C.Z., cilt: I, s. 333)
Tartışmada kural
Bir sorunun tartışmasına katılan kimse düşündüğünü, görüşünü açık söylemeli, yaptıklarını da kendi adına yapmalı, yaptığının sorumluluğunu da kendi üzerine almalıdır.
1935 (Abdülkadir İnan, İki Hatıra, Türk Dili Dergisi, TDK, Sayı: 74, 1957)
Her tartışma, bir taktik sorunudur. Ortaya bir fikir atan, ileri sürülecek karşı fikirleri önceden kestirerek ona göre her cepheden hazırlanmalıdır.
(Nuri Ardıç, Hatıralar, Görüşler Adana Halkevi Dergisi,Sayı : 13 – 14, 1939)
Gerçeği bilmek
Biz bilgisiz dediğimiz zaman kesinlikle okulda okumamış olanları amaçlamıyoruz. Amaçladığımız bilim, gerçeği bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük bilgisizler çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de gerçeği gören gerçek bilginler çıkar.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 132)
Sağduyunun, akıl, mantık ve bilginin üstünde önemi olduğunu takdir etmek yalancı bilginlerin işine gelmez.
1925 (Atatürk’ün S.D.11, s.213)
Bilgisizlik ve sonuçları
Milleti yüzyıllarca başkasının tutku ve faydalanma aracı yapan en büyük düşmanı, bilgisizliktir; milleti yüzyıllarca kendi benliğine sahip yapmayan, milleti yüzyıllarca kendi hakkında olup bitenden habersiz bulunduran hep bu bilgisizliktir. Hükümdarların, şunun, bunun milleti tutsak gibi, köle gibi kullanmaları, bütün vatanı kendi özel toprakları gibi saymaları, hep milletin bu bilgisizliğinden yararlanılmak sayesinde idi. Gerçek kurtuluşu istiyorsak her şeyden evvel, bütün kuvvetimiz, bütün hızımızla bu bilgisizliği yok etmek zorunluğundayız. Burada bilgisizliği yalnız okuyup yazmak anlamına almıyoruz. Üç buçuk, dört yıl evvel, kendisini tutsaklık ve ölüme boyun eğmesi hakkında hükümdarının verdiği emirlere, yayınladığı fetvalara, gönderdiği ordulara karşı ayaklanmakla bu bilgisizliği yırttığını ve bu bilmezlikten sıyrıldığını kanıtladı. Gerekir ki, millet bir daha o bilmezliğe düşmesin! Hepimize düşen görev, beyinleri bir daha bu bilgisizliğe düşmemek için hazırlamaktır; bunu yapmak için akıl, mantık ve din açısından hiçbir güçlük düşünülmüş değildir. Bu yolda önümüze herhangi bir engel çıkarsa, doğru bildiğimiz yolda herhangi bir kara kaya meydana gelirse derhal o engeli yıkmak, o kayayı parçalamak, memleketin şerefini, namusunu, yaşamını düşünenler için borçtur, zorunluluktur, ilâhî emirdir.
1923 (M.E.İ.S.D.I, s. 15)
Memleketimizde bilgisizlik varsa geneldir, yalnız kadınlarımıza değil, erkeklerimize de aittir.
1923 (Atatürk’ün S.D. II, s. 87)
Kitap sevgisi
1933 yılbaşı gecesi, yeni yıl armağanı olarak Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip tarafından kendisine 3 kitap sunulması üzerine söyledikleri:
Bu anda duyduğum mutluluk büyüktür. Değerli Millî Eğitim Bakanımızın bu armağanından dolayı teşekkür ederim. Kendisinden ve diğer bakanlarımızdan her an böyle armağanlar beklerim. Bakan Bey’in önemsiz dedikleri bu armağan gerçekte çok değerlidir.
1933 (Hakimiyeti Milliye gazetesi, 2. 1. 1933)
Bilim anlayışı ve yöntem
Bilim çeviri ile olmaz, incelemekle olur.
1932 (Melâhat Özgü, Sümerbank Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 29, 1963, s. 167)
Her işin esas hedefine kısa ve kestirme yoldan varmak arzuya değer olmakla beraber, yolun akla uygun, mantıklı ve özellikle bilimsel olması şarttır.
1931 (Uluğ İğdemir, Sümerbank Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 29, 1963, s. 184)
Biz daima gerçek arayan ve onu buldukça ve bulduğumuza inandıkça ifadeye cesaret eden adamlar olmalıyız.
1931 (Uluğ İğdemir, Sümerbank Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 29, 1963, s. 184)
Hiçbir yargıyı kendiniz, kendi bilginize ve inanınıza vurmadan, filân veya falan Avrupalı yazar söylemiş diye, hemen benimsemeyiniz. Onların, hele biz Türkler, bizim dilimiz ve tarihimiz üzerindeki yargıları çok kere yanlış bellenmiş esaslara dayandığını görüyorsunuz.
(İbrahim Necmi Dilmen, TDK. Yıllık, 1943, s. 31)
Her şeyden evvel, kendinizin dikkat ve itina ile seçeceğiniz belgelere dayanınız. Bu belgeler üzerinde yapacağınız incelemelerde, her şeyden ve herkesten evvel kendi gücünüzü ve millî süzgecinizi kullanınız.
(İslâm Ansiklopedisi, 10. Cüz, s. 787)
İş bölümü, maddî işlerde olduğu gibi fikrî, siyasî, idarî işlerde de çoğalmıştır. Meselâ bilim, her biri bir konu ve yönteme sahip bir çok kısımlara ayrıldı. Bir adamın bir bilimi bütünüyle kavramasına imkân kalmadı.
1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazılan, s. 519 – 520)
En gerçek yol gösterici
Dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, yaşam için, başarı için en gerçek yol gösterici bilimdir, tekniktir. Bilim ve tekniğin dışında kılavuz aramak dalgınlıktır, bilgisizliktir, doğru yoldan sapmaktır. Yalnız, bilimin ve tekniğin yaşadığımız her dakikadaki evrelerinin gelişmesini kavramak ve ilerlemelerini zamanında izlemek şarttır. Bin, iki bin, binlerce yıl önceki bilim ve teknik dilinin çizdiği kuralları, şu kadar bin yıl sonra bugün, aynen uygulamaya kalkışmak, elbette bilim ve tekniğin içinde bulunmak değildir.
1924 (Atatürk’ün MA.D., s. 19; M.E.İS.D.I, s. 21)
Bundan sonra memleketimizi kesin kurtuluşa kavuşturmak için pek kuvvetli ve esaslı önlemler almak gerekir. Bu önlemlerin en önemlisi ve en birincisi bilim ve kültürdür.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s.72)
Türk milletinin yürümekte olduğu ilerleme ve uygarlık
yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meş’ale, pozitif bilimdir.
1933 (Atatürk’ün S.D.II, s. 275)
Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu
Başlarında kıymetli Millî Eğitim Bakanımız bulunan Türk Tarih Kurumu ile Türk Dil Kurumu’nun, her gün yeni gerçeklik ufukları açan, ciddî ve devamlı çalışmalarını takdirle anmak isterim. Bu iki ulusal kurumun, tarihimizin ve dilimizin, karanlıklar içinde unutulmuş derinliklerini, dünya kültüründeki analıklarını, reddolunamaz bilimsel belgelerle ortaya koydukça, yalnız Türk milleti için değil ve fakat bütün bilim âlemi için, dikkat ve ilgi çeken, kutsal bir görev yapmakta olduklarını güvenle söyleyebilirim. Bu ulusal kurumların az zaman içinde, ulusal akademiler halini almasını temenni ederim. Bunun için, çalışkan tarih ve dil bilginlerimizin, dünya bilim alemince tanınacak, orjinal eserlerini görmekle mutlu olmanızı dilerim.
1936 (Atatürk’ün S.D.I, s. 373)
Türk Tarih ve Dil Kurumlarının, Türk millî varlığını aydınlatan çok değerli ve önemli birer bilim kurumu niteliğini aldığını görmek, hepimizi sevindirici bir olaydır. Tarih Kurumu, yaptığı kongre, kurduğu sergi, yurt içindeki kazılar, ortaya çıkardığı eserlerle şimdiden bütün bilim dünyasına kültürel görevini yapmaya başlamış bulunuyor.
1937 (Atatürk’ün S.D.l, s.386)
Türk Tarih ve Dil Kurumlarının çalışmaları takdire değer kıymet ve nitelik göstermektedir. Tarih tezimizi reddedilmez kanıt ve belgelerle bilim dünyasına tanıtan Tarih
Kurumu, memleketin çeşitli yerlerinde yeniden kazılar yaptırmış ve uluslararası toplantılara başarıyla katılarak verdiği bildirilerle yabancı uzmanların ilgi ve takdirlerini kazanmıştır. Dil Kurumu en güzel ve verimli bir iş olarak türlü bilimlere ait Türkçe terimleri belirlemiş ve bu şekilde dilimiz yabancı dillerin etkisinden kurtulma yolunda esaslı adımını atmıştır.
1938 (Atatürk’ün S.D.I, s.395)
Devlet Konservatuarı’nın kuruluşu
Ankara’da bir Konservatuvar ve bir Temsil Akademisi kurulmakta olduğunu söylemek, benim için bir zevktir.
1936 (Atatürk’ün S.D.l, s.373)
Evkaf işleri
Evkaf işlerini vatan için yararlı olacak bir şekilde düzenlemek ve düzeltmek, barış döneminin en önemli çalışmalarından birini oluşturacağından eminim.
1923 (Atatürk’ün S.D. V, s.142)
Arkeoloji ve antropoloji hakkında
Doğada, bilirsiniz ki, hiçbir şey yok olmaz. Ne bir ses, ne bir söz, ne bir hareket.. Olduğu çağ ne kadar eski veya yeni olursa olsun, bütün bu oluşlar, oldukları anda gibi doğa içindedir. Bu dalgalanmada, zaman ve uzaklık kavramı yoktur. Bugün dünyanın herhangi bir köşesinde söylenen sözü veya yankı yapan hareketleri, yine dünyanın herhangi bir köşesinde aynı anda işitmek, dinlemek, kaydetmek mümkün olduğunu görüyoruz. Yarın, bizi saran doğa unsurları içinde, binlerce ve binlerce yıl evvel söylenmiş sözleri, olduğu gibi toplayıp tespit etmek imkânına elbette varılacaktır. Doğanın, bugün için esrar dolu sinesine gireceği kesin görülen insan zekâsı, beklenilen gerçekleri ortaya koyacaktır. Yine bu insan zekâsıdır ki, beklediğimiz sonucu elde etmemiş olmakla beraber, bugünkü araştırıcı zekâları tatmin edecek ve tarihi aydınlatacak yeni yöntemler ve bilimler bulmuştur.
İşte arkeoloji ve antropoloji, o bilimlerin başında gelir. Tarih, bu son bilimlerin bulduğu belgelere dayandıkça temelli olur. Tarihi bu belgelere dayanan milletlerdir ki, kendi aslını bulur ve tanır. İşte bizim tarihimiz, Türk tarihi, bu bilim belgelerine dayanır. Yeter ki bugünün aydın gençliği, bu belgeleri aracısız tanısın ve tanıtsın.
1936 (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., s. 232 -233)
Arkeoloji uzmanlarına gereksinim
Memleketimizin hemen her tarafında eşsiz defineler halinde yatmakta olan eski uygarlık eserlerinin, ilerde tarafımızdan meydana çıkarılarak bilimsel bir şekilde korunmaları ve sınıflandırılmaları ve geçen dönemlerin sürekli ihmali yüzünden pek harap bir hale gelmiş olan anıtların korunmaları için müze müdürlüklerinde ve kazı işlerinde kullanılmak üzere arkeoloji uzmanlarına kesin gerek vardır. Bunun için Millî Eğitim Bakanlığı’nca dışarıya öğrenime gönderilecek öğrencilerden bir kısmının bu dala ayrılması uygun olacağı fikrindeyim.
1931 (Mehmet Önder, Atatürk ve Müzeler, Halkevleri Dergisi I,Özel Sayı, 29.10.1966, s. 13)
Felsefenin tanımı
Felsefe, çölde sıcak kumlar içinde cayır cayır yanan, tutuşan, dili, damağı kuruyan gezginin, ufukta oluşan serabı su sanarak arkasından koşmaya benzer.
(Damar Arıkoğlu, Hatıralarım, s. 349)
Aydınlarımızın görevleri
Aydınların görevleri çok büyüktür. Hiçbir millet yoktur ki, ahlâk esaslarına dayanmadan yükselsin. Aydınlarımız, vatan ve millet fikirlerini vermekle beraber rakip milletlere karşı varlığın korunması için gereken hususları temin ederlerse görevlerini daha geniş şekilde yapmış olurlar.
1919 (Atatürk’ün S.D. II, s. 4)
Siz milliyetçi topluluk, halk ile konuştuğunuz zaman yüksek sesle söylemeyi unutmayınız. Yüksek ses, imanın ifadesi olduğu zaman etki yapmaktan uzak kalmaz. Yolunda çalıştığımız büyük ülküyü, halkın kalbinde bir fikir haline, bir duygu haline geçirmelisiniz. Demokrasinin ne olduğunu halka anlatmak, özellikle sizin görevinizdir. Birtakım kelimeler vardır ki, sık sık söylenildiği halde, hatta aydınlarımız arasında, onu tam olarak anlayan çok değildir. Halkçılığımızın ne olduğunu, esaslarının neden ibaret bulunduğunu, halkçıların halka karşı ne gibi görevler yüklenmek zorunluğunda kalacaklarını madde madde açıklamak gerekir. Cumhuriyeti, onun gereklerini yüksek sesle anlatınız. Cumhuriyet ilkelerini sevdiriniz. Bunu kalplere yerleştirmek için hiçbir fırsatı ihmal etmeyiniz.
1930 (Ayın Tarihi, Cilt: 24, Sayı: 82-83, 1931)
Aydınlarımız ve milleti tanımak
Bizim milletin, özellikle aydınlarımızın çok dikkatle, çok önemle göz önüne alacağı bir sebep vardır ve bence bu sebep şimdiye kadar ilerleyemeyişimizin, en son sırada kalışımızın unutmayalım memleketimizin baştan başa bir harabe oluşunun asıl sebebidir. Çöküşümüzün bu ana sebebini şu nokta oluşturuyor: İslâm âlemi iki sınıf ayrı topluluklardan meydana gelir.
Biri çoğunluğu oluşturan cahil halk, diğeri azınlığı oluşturan aydınlar. Bozuk düşünüş biçimi gösteren milletlerde büyük çoğunluk başka hedefe, aydın denen sınıf başka düşünüş biçimine sahiptir. Bu iki sınıf arasında tam bir karşıtlık, tam bir muhalefet vardır. Aydınlar, asıl kitleyi kendi hedefine yöneltmek ister; halk kitlesi ve avam ise bu aydın sınıfa uymak istemez. O da başka bir yön belirlemeye çalışır. Aydın sınıf telkinle, doğru yolu göstermekle çoğunluk kitlesini kendi amacına göre inandırmada başarılı olamayınca, başka yollara başvurur. Halka zorbalık etmeye ve kibirlenmeye başlar; halkı keyfe göre yönetim altında bulundurmaya kalkar. Artık, burada asıl çözümü gereken noktaya geldik.
Halkı ne birinci yöntem ile ne de zorbalık ve keyfî yönetim ile kendi hedefimize sürüklemeyi başaramadığımızı görüyoruz; neden? Bunda başarılı olmak için, aydın sınıfla halkın düşünüş biçimi ve hedefi arasında doğal bir uygunluk olması gerekir. Yani aydın sınıfın halka telkin edeceği ülküler, halkın ruh ve vicdanından alınmış olmalı. Halbuki bizde böyle mi olmuştur? O aydınların telkinleri milletimizin ruhunun derinliğinden alınmış ülküler midir? Şüphesiz hayır! Aydınlarımız içinde çok iyi düşünenler vardır. Fakat, genellikle şu hatamız da vardır ki, inceleme ve araştırmalarımıza temel olarak çok kere kendi memleketimizi, kendi tarihimizi, kendi geleneklerimizi, kendi özelliklerimizi ve gereksinimlerimizi almayız.
Aydınlarımız belki bütün dünyayı, bütün diğer milletleri tanır, ama kendimizi bilmeyiz. Aydınlarımız, milletimi en mutlu millet yapayım, der. Başka milletler nasıl olmuşsa onu da aynen öyle yapalım, der. Fakat düşünmeliyiz ki, böyle bir görüş hiçbir dönemde başarılı olmuş değildir. Bir millet için mutluluk olan bir şey, diğer millet için felâket olabilir. Aynı sebep ve şartlar, birini mutlu ettiği halde diğerini mutsuz edebilir. Onun için, bu millete gideceği yolu gösterirken dünyanın her türlü biliminden, buluşlarından, ilerlemelerinden yararlanalım; fakat unutmayalım ki, asıl temeli kendi içimizden çıkarmak zorunluğundayız.
Milletimizin tarihini, ruhunu, geleneklerini gerçek, sağlam, doğru bir gözle görmeliyiz. İtiraf edelim ki, hâlâ ve hâlâ aydınlarımızın gençleri arasında halk ve avama uygunluk kesin değildir. Memleketi kurtarmak için bu iki düşünüş biçimi arasındaki ayrılığı durdurmak, yürümeye başlamadan evvel bu iki düşünüş biçimi arasındaki uygunluğu temin etmek gerekir. Bunu niçin de biraz bilgisiz halk kitlesinin yürümesini hızlandırması, biraz da aydınların çok hızlı gitmesi gerekir. Fakat, halka yaklaşmak ve halkla kaynaşmak daha çok ve daha fazla aydınlara yönelen bir görevdir.
Gençlerimiz ve aydınlarımız, ne için yürüdüklerini ve ne yapacaklarını evvelâ kendi beyinlerinde iyice kararlaştırma-lı, onları halk tarafından iyice sindirilmesi ve kabulü mümkün bir hale getirmeli, onları ancak ondan sonra ortaya atmalıdır. Ben çok ümitliyim ki, gençlerimiz bunu yapacak derecede yetişkindir. Bizim halkımız çok temiz kalpli, çok yüce ruhlu, ilerlemeye çok yetenekli bir halktır. Bu halk, eğer bir defa karşısındaki kimselerin samimiyetle kendilerine hizmet ettiklerine inanırsa her türlü hareketi derhal kabule hazırdır. Bunun için gençlerin, her şeyden evvel millete güven vermesi gerekir.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 140-142)
Siyasal kavgaların çoğu sonuçsuzdur. Fakat, toplumsal çalışma her zaman için verimlidir. Bizim aydınlar buna çalışmalı. Neden Anadolu’ya gelip uğramazlar? Neden milletle doğrudan doğruya temasta bulunmazlar? Memleketi gezmeli, milleti tanımalı, eksiği nedir görüp göstermeli. Milleti sevmek böyle olur. Yoksa sözle sevgi fayda vermez!
1919 (Atatürk’ün S.D. III, s. 10)
Aydınlar ve Anadolu
Aydınlar, gidecekleri yörelerde başlı başına bir âlem yaratabilirler. Memleketin yalnız bir yerinde değil, beş on yerinde birer bilim merkezi, aydınlanma merkezi, kültür merkezi yapmalıyız, millet mutlu olsun!
1923 (İsmail Arar, Atatürk’ün İzmit Basın Toplantısı, s. 33)