Dış Siyaset



27 Haziran 2023

Millî siyaset 
Bizim açıklık ve uygulanabilirlik gördüğümüz siyasal meslek, millî siyasettir. Dünyanın bugünkü genel şartları ve yüzyılların beyinlerde ve karakterlerde biriktirdiği gerçekler karşısında hayalci olmak kadar büyük hata olamaz. Tarihin ifadesi budur; bilimin, aklın, mantığın ifadesi böyledir.Milletimizin, güçlü, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesi için, devletin tamamen millî bir siyaset izlemesi ve bu siyasetin, iç kuruluşlarımıza tamamen uygun ve dayalı olması gerekir. Millî siyaset dediğim zaman, amaçladığım mâna ve anlam şudur : Millî sınırlarımız içinde, her şeyden evvel kendi kuvvetimize dayanıp varlığımızı koruyarak millet ve memleketin gerçek mutluluğuna ve bayındırlığına çalışmak… Genel olarak erişilemeyecek hayalî emeller peşinde milleti uğraştırmamak ve zarara sokmamak… Uygar dünyadan, uygar ve insanca davranış ve karşılıklı dostluk beklemektir. 
1920 (Nutuk II, s. 436-437)

Büyük hayaller peşinden koşan, yapamayacağımız şeyleri yapar gibi görünen sahtekâr insanlardan değiliz. Büyük ve hayalî şeyleri yapmadan yapmış gibi görünmek yüzünden bütün dünyanın düşmanlığını, kötü niyetini, kinini bu memleketin ve milletin üzerine çektik. Biz Panislâmizm yapmadık; belki “Yapıyoruz, yapacağız!” dedik. Düşmanlar da “Yaptırmamak için bir an evvel öldürelim!” dediler. Panturanizm yapmadık, “Yaparız, yapıyoruz!” dedik, “Yapacağız!” dedik ve yine “Öldürelim!” dediler. Bütün dava bundan ibarettir. Bütün dünyaya korku ve telâş veren kavram bundan ibarettir. Biz böyle, yapmadığımız ve yapamadığımız kavramlar üzerinde koşarak düşmanlarımızın sayısını ve üzerimize olan baskılarını artırmaktan ise doğal duruma, geçerli duruma dönelim; haddimizi bilelim. Biz yaşama ve bağımsızlık isteyen milletiz. Ve yalnız ve ancak bunun için yaşamımızı esirgemeden veririz!
1921 (Atatürk’ün S.D. I, s. 195 -196)

Yeni Türkiye’nin izleyeceği siyaset, belirsiz ve keyfî olamaz. Bizim siyasetimiz, kesinlikle milletin yetenek ve gereksinimiyle uyumlu olacaktır. Bizim için ne İslâm birliği, ne Turanizm mantıkî bir siyaset yolu olamaz. Artık yeni Türkiye’nin devlet siyaseti, millî sınırları içinde, egemenliğine dayanarak bağımsız yaşamaktır. Hareket kuralımız budur!
1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 7. 12. 1929)
 
 Dış siyasetimizde dürüstlük, memleketimizin güvenliğine ve gelişiminin korunmasına dikkat, hareket tarzımıza kılavuz olmaktadır. Esaslı düzenleme ve gelişim içinde bulunan bir memleketin, hem kendisinde hem çevresinde barış ve huzuru ciddî olarak arzu etmesinden daha kolay açıklanabilecek bir nitelik olamaz. Bu samimî arzudan esinlenen dış siyasetimizde memleketin dokunulmazlığını, güvenliğini, vatandaşların haklarını herhangi bir saldırıya karşı kendisi savunabilmek kudreti de, özellikle gözde tuttuğumuz noktadır. Kara ve deniz ve hava ordularımızı, bu memlekette barışı ve güvenliği dokunulmaz bulunduracak bir kuvvette tutmaya bunun için çok önem veriyoruz.
1928 (Atatürk’ün S.D.I, s. 342-343)

Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, aldatılır bir varlık değildir. Onu aldatabilirim düşüncesinde bulunanların, işte asıl onların kendileri için giderilmesi çok güç olacak derecede aldanmış olduklarına ve olacaklarına şüphe edilmemelidir.
1937 (Asım Us, G.D.D., s. 160 – 161)

Dış siyasetin iç kuruluşla ilişkisi 
Dış siyaset, bir toplumun iç kuruluşu ile sıkı şekilde ilgilidir. Çünkü iç kuruluşa dayanmayan dış siyasetler, daima kötü duruma sürüklenirler. Bir toplumun iç kuruluşu ne kadar kuvvetli, sağlam olursa, dış siyaseti de o oranda güçlü ve sağlam olur. 
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 162)

Dış siyaset, iç kuruluş ve iç siyasete dayandırılmak zorunluğundadır; yani iç kuruluşun kaldıramayacağı genişlikte olmamalıdır. Yoksa hayalî dış siyasetler peşinde dolaşanlar, dayanak noktalarını kendiliğinden kaybederler.
1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 101)

Siyasal sorunların İncelenmesi 
Ben, siyasal sorunları da askerî durumlar gibi harita üzerinden incelerim.
1924 (Burhan Cahit, Gazi Mustafa Kemal, 1932, s. 74)

Barışı amaçlayan dış siyaset 
Türkiye’nin güvenliğini amaçlayan, hiçbir milletin aleyhinde olmayan bir barış doğrultusu, bizim daima ilkemiz olacaktır. 
1931 (Atatürk’ün S.D.1, s. 356)

Komşuları ile ve bütün devletlerle iyi geçinmek, Türkiye siyasetinin esasıdır. Bu ilkenin bütün devletlerce siyaset esası sayılmasıyladır ki, uygarlık için ve milletlerin mutluluk ve refahı için en gerekli olan barış kararlılık kazanmışolur. 
1930 (Atatürk’ün S.D.V., s.57)
 
Türk Cumhuriyeti’nin en esaslı ilkelerinden biri olan “Yurtta barış, dünyada barış” amacı, insanlığın ve uygarlığın refah ve ilerlemesinde en esaslı etken olsa gerektir. Buna elimizden geldiği kadar hizmet etmiş ve etmekte bulunmuş olmak, bizim için övünülecek bir harekettir.
1933 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s. 560)

Yurtta barış, dünyada barış için çalışıyoruz.
1931 (Atatürk’ün TTB. IV, s. 551)

Barış yolunda nereden bir çağrı geliyorsa, Türkiye onu, gönülden karşıladı ve yardımlarını esirgemedi.
1937 (Atatürk’ün S.D.l, s. 388)

Biz, milletlerarası ilişkilerde karşılıklı güven ve saygıyı hedef tutan açık ve samimî politikanın en ateşli taraftarıyız. Duyarlığımız, bu yolda kendisini gösteren hazırlıklara ve uğraşılara karşı, bunların bizim için de geçerli ve gerçek bir güven oluşturup oluşturmayacağı noktasındadır.
1926(Atatürk’ün S.D.l, s. 336)

Yeni esaslar ve anlayışlar çerçevesinde bütün dünya ile en yeni ilişkileri kurmuş olan Türkiye Cumhuriyeti, barış yolunda harcanmış büyük gayretlerin gelişmesini derin bir
ilgi ile izlemekte ve insanlığın en büyük ideali olan barışın gerekli ve esaslı unsurlarını, iyi niyetle yapılan ve özellikle doğrulukla uygulanan karşılıklı sözleşmelere uymanın oluşturduğu görüşündedir. 
1928 (Atatürk’ün S.D.V., s. 50-51)

Türkiye, ilkelerine bağlı olarak kesinlikle barışçı bir siyaset İzlemektedir. 
1928 (Atatürk’ün S.D.V., s. 53)

Devletler arasındaki uyuşmazlıkların, anlaşmalara varmasını samimiyetle dileriz. 
1936 (Atatürk’ün S.D.I, s.377)

Dışişlerinde dürüst ve açık olan siyasetimiz, özellikle barış fikrine dayalıdır. Milletlerarası herhangi bir sorunumuzu barış araçlarıyla çözümlemeyi aramak, bizim çıkar ve anlayışımıza uyan bir yoldur. Bu yol dışında bir teklif karşısında kalmamak içindir ki, güvenlik ilkesine, onun araçlarına çok önem veriyoruz. Milletlerarası barış havasının korunması için, Türkiye Cumhuriyeti yapabileceği herhangi bir hizmetten geri kalmayacaktır.
1929 (Ayın Tarihi, Sayı: 68, 1929, s. 5025)

Komşularımızla ve bütün milletlerle ilişkilerimiz ciddî, samimî barış ve güvenlik fikrine dayalı olarak gelişmektedir. Dostlar arasında dürüst bir durumun korunması, bizim daima çok önem verdiğimiz bir esastır.
1932 (Atatürk’ün S.D.I, s.358)

Dış siyasetimiz, başlangıçta kendisine çizdiği hareket çizgisinden asla sapmamıştır. Dış siyasetimiz, daima milletler refahının yaratıcısı olan barış içinde, memleketin gelişmesini amaç edinmiştir. Bu gelişmeyi, tam ve kayıtsız olarak, bütün milletlere temenni ederiz.
1933 (Hakimiyeti Milliyet gazetesi, 30. 10. 1933, s. 2)

Barış, milletleri refah ve mutluluğa eriştiren en iyi yoldur.Fakat bu kavram bir defa ele geçirilince sürekli bir dikkat ve özen ve her milletin ayrı ayrı hazırlığını ister. Memleketimizi her gün daha çok kuvvetlendirmek, her alanda her türlü olasılıklara karşı koyabilecek bir halde bulundurmak ve dünya olaylarının bütün evrelerini büyük bir uyanıklıkla izlemek, barışsever siyasetimizin dayanacağı esasların başlangıcıdır. 
1938 (Atatürk’ün S.D.I, s. 396)

Dünyanın bugünkü siyasal ilişkileri sadece ekonomik ilişkilere dayalı olduğundan biz de dış ekonomimize bir Özel Önem veriyoruz. 
1923 (Atatürk’ün S.D.1, s.292)

Milletleri birbirine bağlayan bağlar arasında ekonomik ve ticarî ilişkilerin de kuvvetli yer tuttuğu şüphesizdir.
1933 (Atatürk’ün S.D.V, s.71)

Barışı korumada alınacak önlemler
Barış ilkesi, insanlığın ilerlemesi ile paralel olarak kuvvetlenmektedir. Savaştan büyük zararlar görmüş milletlerin bu ilkeye daha büyük bir dostluk ve samimiyetle bağlı olacakları doğaldır. Bu ilkenin bütün devletlerce siyaset esası sayılmasıyladır ki, uygarlık için ve milletlerin mutluluk ve refahı için en gerekli olan barış, yerleşmiş olur.
1930 (Ayın Tarihi, Sayı: 79-81, 1930, s.6787)

Bizim görüşümüze göre uluslararası siyasal güvenliğin gelişmesi için ilk ve en önemli şart, milletlerin hiç olmazsa barışı koruma fikrinde samimî olarak birleşmesidir.
1932 (Atatürk’ün S.D.I, s. 357)

Milletlerin güvenliği ya iki taraflı veya çok taraflı genel ortak anlaşmalarla, uzlaşmalarla temin edilebilir diye kesin nitelikte ortaya atılan ve her biri diğerlerine zıt sayılan ilkeler, barışın korunması yolunda bizim için kesin ve isabetli değildir ve olamaz. Bunların her birini coğrafî ve siyasal gerek ve vaziyetlere göre kullanarak barış yolundaki özenli çalışmayı gerçeklere dayandırmak, her millet için ayrı ayrı bir görevdir. Cumhuriyet Hükümeti, bu gerçeği görmüş,uygulamış, en yakın komşuları ile olduğu kadar en uzak devletlerle olan ilişkilerini, dostluklarını, anlaşmalarını ona göre düzenlemeyi bilmiş ve bu sayede dış siyasetimizi sağlam esaslara dayandırmıştır. 
1938 (Atatürk’ün S.D.I, s. 396)

Doğu komşularımızla ilişkilerimizde izlediğimiz ve aradığımız hareket çizgisi, her türlü gizli amaçlardan uzak olarak birbirine güvenlik ve diğerine huzur ve barışıklık içinde gelişme veren açık ve samimî bir çizgidedir.
1926 (Atatürk’ün S.D.I, s.335)

Olaylar, Türk milletine, iki önemli kuralı yeniden hatırlatıyor : Yurdumuzu ve haklarımızı savunacak kuvvette olmak; barışı koruyacak uluslararası çalışma birliğine önem Vermek! 
1935 (Atatürk’ün S.D.I, s. 369)

Şuna da inanıyorum ki, eğer devamlı barış isteniyorsa, kitlelerin durumlarını iyileştirecek uluslararası önlemler alınmalıdır. İnsanlığın bütününün refahı, açlık ve baskının yerine geçmelidir. Dünya vatandaşları, kıskançlık, açgözlülük ve kinden uzaklaşacak şekilde eğitilmelidir.
1935 (Ayın Tarihi Sayı: 19, 1935)

Eğer savaş bir bomba patlaması gibi birdenbire çıkarsa milletler, savaşa engel olmak için, silâhlı karşı koyuşlarını ve malî kudretlerini saldırgana karşı birleştirmekte kararsız davranmamalıdırlar. En hızlı ve en etkili önlem, olası bir saldırgana, saldırının yanına kâr kalmayacağını açıkça anlatacak uluslararası örgütün kurulmasıdır. Bununla birlikte, bugün için en acele gereksinim, komşu memleketlerin, birbirlerinin özel gereksinimlerini ve sorunlarını görüşmeleridir. Bundan başka bölgesel antlaşmalar, barışın korunması için değerlerini şimdiden kanıtlamışlardır.
1935 (Ayın Tarihi, Sayı: 19, 1935)

Askerî hareket, siyasal faaliyetin ümitsiz olduğu noktada başlar. Ümidin güven verici bir şekilde geri gelmesi, orduların hareketinden daha hızlı, hedeflere varışı temin edebilir. 
1922 (Atatürk’ün S.D.III, s. 40 – 41)

Dış siyaset ve çıkar  
Milletlerin siyasetinde ancak çıkarları vardır; kimsenin kimseye dost olamayacağını bilelim!
1933 (Kılıç Ali, Atatürk’ün Hususiyetleri, 1955, s. 110)
 
 
Uluslararası anlaşmazlıklar, ancak iyi niyetle ve genel çıkar adına karşılıklı özveri yolu ile çözülebilir.
(Hasan Rıza Soyak, Fotoğraflarla Atatürk ve Atatürk’ün Hussusiyetleri, s. 141)

Ne yazık ki Türk’ün geleneksel dostu yoktur; çıkarlar ortak olunca Avrupalılar buna, hemen “geleneksel dostluk” ismini vermişlerdir.
1933 (Samih Nafiz Tansu, Atatürk Anekdotlar – Anılar, Der: Kemal Arıburnu, s. 137)

Balkan milletleri hakkında
Son yılların hep dışarıya âlet olan savaşları kanıtladı ki, Balkanlar’ın birbirleriyle çarpışmaları kadar anlamsız ve acınacak az macera bulunur. Bu kardeş savaşlarında ve milletler kendi aralarında boş yere yıpranmışlardır ve bir çaresi bulunmazsa, bu kardeş boğuşmaları daha devam edebilir. Yetmedi mi, niçin devam etsin?
1924 (Yunus Nadi Abalıoğlu, Atatürk Anekdotlar – Anılar, Der.: Kemal Arıburnu, s. 222 – 223)
  
Balkan komşularımızla iyi ilişkilerimizden söz ederken,ilâve etmeliyim ki, biz Balkanlar’daki huzur ve rahatlıkla çok yakından İlgiliyiz. 
1926 (Atatürk’ün S.D.I, s.335-336)

Balkan birliğine doğru
Balkan milletleri sosyal ve siyasal ne görünüş gösterirlerse göstersinler, onların Orta Asya’dan gelmiş aynı kandan, yakın soylardan ortak ataları olduğunu unutmamak gerekir. Karadeniz’in kuzey ve güney yollarıyla, binlerce yıllar deniz dalgaları gibi birbiri ardınca gelip Balkanlarda yerleşmiş olan insan kitleleri başka başka isimler taşımış olmalarına rağmen, gerçekte bir tek beşikten çıkan ve damarlarında aynı kan dolaşan kardeş kavimlerden başka bir şey değillerdir.

Görüyorsunuz ki, Balkan milletleri yakın geçmişten çok, uzak ve derin geçmişin kırılmaz çelik halkalarıyla birbirine pekâlâ bağlanabilir. Bin bir türlü insanî tutkularla, dinî ayrılıklarla, bazı tarihî olayların bıraktığı dargın izlerle, geçmiş zamanlarda gevşetilmiş, hatta unutturulmuş olan gerçek bağların kuvvetlendirilmesi gerekli ve faydalı olduğu, yeni insanî döneme girdik. Bir an için, bütün bu geçmişe gömülmüş olan anılardan vazgeçsek bile, bugünün gerçek gerekleri, Balkan milletlerinin, dönemin saygı ve uyuma zorunlu kıldığı yepyeni şartlar ve kayıtlar ve geniş bir düşünüş biçimi altında birleşmelerindeki faydanın büyük olduğunu göstermektedir. Balkan birliğinin temeli ve hedefi, karşılıklı siyasal bağımsız varlığa saygı ile dikkat ederek ekonomik alanda, kültür ve uygarlık yolunda işbirliği yapmak olunca,böyle bir eserin bütün uygar insanlık tarafından takdirle karşılanacağına şüphe edilemez.
1931 (Atatürk’ün S.D.H, s. 272 – 273)

Balkan Antantı  
(1934)
 
Balkan Antlaşması,  Balkan  devletlerinin, birbirlerinin varlıklarına özel saygı beslenilmesini göz önünde tutan mutlu bir belgedir. Bunun, sınırların korunmasında, gerçek bir değeri olduğu besbellidir.    
1934 (Atatürk’ün S.D. l, s. 364)

Dünyada şimdiye kadar, başka başka milletlerin birlik yaptıkları ve yüzyıllarca beraber yaşadıkları, tarihte görülmüştür. Bizim kurmak istediğimiz birliğin, tarihte geçmiş olan birliklerin çok üstünde olmasını isteriz. Tarihi bu kadar yüksek bir idealin esas temel taşı, yalnız geçici siyaset esaslarında kalmaz. Bunun, esas temel taşları gerekir ki, kültür ve ekonomi cevheriyle dolu olsun. Çünkü kültür ve ekonomi, her türlü siyasete yön veren esaslardır.
1938 (Atatürk’ün S.D.1I, s. 285)

Balkan Antlaşması, bizim öteden beri samimiyetle üzerinde durduğumuz bir ülküdür. Bu ülkünün her gün geniş bir alan üzerinde daha fazla genişlemesini ve genişlik kazanmasını görmekle mutluyum. Bu hususta anlaşan Balkan devletlerini yöneten kimselerin büyük hizmetleri ve başarıları ve anlaşmaya bağlılıkları takdire değerdir.
1938 (Atatürk’ün S.D.H, s.284)

Sadabat Paktı 
(1937)
 
Cumhuriyet Hükûmeti’nin, doğuda izleyegelmekte bulunduğu dostluk ve yakınlık siyaseti, yeni bir kuvvetli adım attı. Sadabat’ta, dostlarımız Afganistan, Irak ve İran ile imza etmiş olduğumuz dörtlü antlaşma, büyük bir memnunlukla belirtilmeye değer barış eserlerinden biridir. Bu antlaşmanın etrafında toplanan devletlerin, aynı amacı izleyen ve barış içinde gelişmeyi samimiyetle isteyen hükümetleri arasında işbirliğinin, gelecekte de hayırlı sonuçlar vereceğine İnanmaktayız. 
1938 (Atatürk’ün S.D.I, s. 388)
 
Dünya ve Rusya
1932 yılında, Amerika Genelkurmay Başkanı General Mac Arthur’la İstanbul’da yaptığı görüşme sırasında söylemiştir:
Avrupa devlet adamları, başlıca anlaşmazlık konusu olan önemli siyasal sorunları, her türlü millî bencilliklerden uzak ve yalnız herkesin yararına olarak, son bir çaba ve tam bir iyi niyetle ele almazlarsa, korkarım ki felâketin önü alınamayacaktır. Zira, Avrupa sorunu İngiltere, Fransa ve Almanya arasındaki anlaşmazlıklar sorunu olmaktan, artık çıkmıştır. Bugün Avrupa’nın doğusunda, bütün uygarlığı ve hatta bütün insanlığı korkutan yeni bir kuvvet belirmiştir.
 
Bütün maddî ve manevî imkânlarını, bütünüyle, dünya ihtilâli amacı uğruna seferber eden bu korkunç kuvvet, üstelik Avrupalılar ve Amerikalılarca henüz bilinmeyen yepyeni siyasal yöntemler uygulamakta ve rakiplerinin en küçük hatalarından bile, mükemmel yararlanmasını bilmektedir. Avrupa’da olacak bir savaşın başlıca galibi ne İngiltere, ne Fransa, ne de Almanya’dır; sadece bolşevizmdir. Rusya’nın yakın komşusu ve bu memleketle en çok savaşmış bir millet olarak, biz Türkler, orada seyreden olayları yakından izliyor ve tehlikeyi bütün çıplaklığıyla görüyoruz. Uyanan doğu milletlerinin düşünüş biçimlerini eksiksiz sömüren, onların millî tutkularını okşayan ve kinleri kışkırtmasını bilen bolşevikler, yalnız Avrupa’yı değil, Asya’yı da korkutan başlıca kuvvet halini almışlardır.
1932 (Cumhuriyet gazetesi, 8X1.1951)

Yeni bir savaş tehlikesi
Savaşın ciddiyetini dikkate almayan bazı samimiyetsiz önderler, saldırının araçları olmuşlardır. Kontrolleri altında milletlere, milliyetçiliği ve geleneği yanlış bir şekilde göstererek ve kötüye kullanarak aldatmışlardır. Bu buhranlı saatlerde karışıklığa engel olmak için, kitlelerin kendileri karar vermeleri ve sorumluluk makamını yüksek karakterli ve yüksek moralli, vicdanlı insanların eline bırakmaları zamanı gelmiştir. Bu, gecikmeden yapılmalıdır.
1935 (Ayın Tarihi, Sayı: 19, 1935)

İtalya, Mussolini*’nin yönetimi altında şüphesiz büyük bir kalkınmaya ve gelişmeye erişmiştir. Eğer Mussolini, gelecekteki bir savaşta İtalya’nın görünürdeki heybet ve azametinden, savaş dışında kalmak suretiyle, gerektiği şekilde yararlanabilirse, barış masasında başlıca rollerden birini oynayabilir. Fakat korkarım ki İtalya’nın bugünkü şefi, Sezar rolünü oynamak hevesinden kendisini kurtaramayacak ve İtalya’nın askerî bir kuvvet yaratmaktan, henüz çok uzak olduğunu derhal gösterecektir.
1932 (Cumhuriyet gazetesi, 8X1.1951)

Bence, dün olduğu gibi yarın da Avrupa’nın yazgısı, Almanya’nın alacağı vaziyete bağlı bulunacaktır. Olağanüstü bir dinamizme sahip olan bu yetmiş milyonluk çalışkan ve disiplinli millet, üstelik millî tutkularını kamçılayabilecek siyasal bir akıma kendisini kaptırdı mı, er geç Versay Antlaşması**’ ortadan kaldırmaya girişecektir.
1932 (Cumhuriyet gazetesi, 8. II. 1951)
 
Çok zaman geçmeden Avrupa’da bir fırtına kopacak, bu müthiş kasırga, dünyanın her tarafına yayılacak ve insanlık genel bir savaş felâketinin bütün kötülükleri ile bir kere daha karşılaşacak! Bu kanlı, tehlikeli durumda tarafsız kalmak, savaşa katılmamak ve devlet gemisini bu fırtına ortasında hiçbir engele çarptırmadan yöneterek savaş dışında ve barış içinde yaşamaya çabalamak, bizim için yaşamsal önem taşımaktadır.    
1938 (Nihat Reşat Belger, Ulus gazetesi 10. 11. 1961)

Dünyanın bir savaşa doğru gittiği bu dönemde, bizim ekonomik bakımdan çok daha kuvvetli olmamız gerekir.
1938 (M.K. Atatürk’ten Y., s.II)

II  Dünya Savası ve Türkiye 
Son hastalığı sırasında, Dolmabahçe Sarayı’ndaki odasında AH Fuat Cebesoy’la konuşurken söyledikleri :
Pek yakında dünya durumu, Mütareke yıllarından daha çok ciddi olacak ve karışacaktır. İkinci büyük bir savaş karşısında kalacağız. Dünyaya egemen olan milletleri yönetenlerin arasında yazık ki birinci derece devlet adamı çıkmıyor. Avrupa’da birkaç serüvenci Almanya ile İtalya’nın başında zorla bulunuyorlar. Karşı karşıya geldikleri zayıf devlet adamlarının güçsüzlüğünden cesaret alıyorlar. Bunlar, bugün dünyayı kana boyamaktan çekinmeyeceklerdir. Eski dostumuz Rus Sovyet Hükümeti, güçsüzlerle serüvencilerin yanlış hareketlerinden yararlanmasını bilecektir. Bunun sonucunda dünyanın durumu ve dengesi bütünüyle değişecektir. İşte, bu dönem sırasında doğru hareket etmesini bilmeyip en küçük bir hata yapmamız halinde, başımıza Mütareke yıllarından daha çok felâketler gelmesi mümkündür!

Bu İkinci Genel Savaş, beni yataktan kımıldanmayacak bir halde yakalayacak olursa memleketin hali ne olacaktır? Ben devlet işlerine kesinlikle el atacak bir vaziyete gelmeliyim! Bizde hiçbir şeyin yataktan yönetilemeyeceğini bilirsiniz. Ne olursa olsun işin başına geçmem gerekir!
1938 (Siyasi Hâtıralar, II. Kısım, Ali Fuat Cebesoy, 1960, s. 252 – 253)

Atatürk tarafından yazdırılmıştır:
Yalnız samimî bir görüş olarak bildiğimiz bir şey vardır ki, eğer bu memleketin bir gün herhangi bir yerde bir tehlike ile karşılaşması, bir savaşa tutulması veya katılması yazgısında varsa, hükümet olarak, bu hususta Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne ve millete, onu etrafıyla düşünerek, bilerek ve anlayarak karar vermek imkânını hazırlamak, başlıca görev saydığımız bir iştir. Yani istemiyoruz ki, uluslararası herhangi bir olayda bir hükümetin veya birkaç hükümetin girişecekleri üstlenmelerin doğal seyirleri şu veya bu tarzda birbirini gerekli sayarak, milleti geçmişte birçok olaylarda olduğu gibi bir olup bitti karşısında bıraksın!

Milletlerin faaliyetlerinde, bütün olayları önceden tahmin edip bir karara bağlamak mümkün olmamıştır. Bununla beraber, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bu memleketin yazgısında düşünerek bir karar vermesi ve ancak onun verdiği kararların uygulanabilir olduğunun içeride ve dışarıda herkese anlatılmasının, bu memleketin güvenliği için esaslı bir çare olduğunu zannediyoruz. Türkiye, şu veya bu tarzda herhangi bir yere sürüklendirilmiş gibi başıboş bir yönetim manzarası göstermeyi asla kabul edemez.

Büyük devletler arasındaki mücadele, gerginlik, düşmanlık o haldedir ki, bunların arasında bulunarak bir tehlikeye karışmak olasılığı vardır. Bu olasılığa karşı ise son derecede dikkatli, önlemli ve soğukkanlı bulunarak, postu kurtarmaya çalışmak durumundayız.
1937 (Atatürk ve Dünya, Cevat Abbas Gürer,   Yeni Sabah, 10.11.1941)

 Hatay davası 
(1936 – 1938)
 
Kırk yüzyıllık Türk yurdu, düşman elinde kalamaz!
1923 (İsmail Habib Sevük, Atatürk için, s. 27)

Bu sırada, milletimizi gece gündüz meşgul eden başlıca büyük bir sorun, gerçek sahibi öz Türk olan “İskenderun-Antakya” ve çevresinin yazgısıdır. Bunun üzerinde, ciddiyet ve kesinlikle durmak zorundayız. Daima kendisi ile dostluğa çok önem verdiğimiz Fransa ile aramızda, tek ve büyük sorun budur. Bu işin gerçeğini bilenler ve hakkı sevenler, ilgimizin şiddetini ve samimiyetini iyi anlarlar ve doğal görürler. 
1936 (Atatürk’ün S.D.I, s. 337)

Fransız Büyükelçisi’ne bir sohbet sırasında söylemiştir:
Ben toprak büyütme dileklisi değilim; barış bozma alışkanlığım yoktur; ancak antlaşmaya dayanan hakkımızın isteyicisiyim. Onu almasam, edemem. Büyük Meclis’in kürsüsünden milletime söz verdim: Hatay’ı alacağım! Milletim benim dediğime inanır. Sözümü yerine getirmezsem onun huzuruna çıkamam, yerimde kalamam. Ben şimdiye kadar yenilmedim, yenilemem; yenilirsem bir dakika yaşayamam. Bunu bilerek ve sözümü kesinlikle yerine getireceğimi düşünerek benim dostluğumu lütfen bildiriniz ve doğrulayınız, Ekselans Büyükelçi…
1937 (Ruşen Eşref Onaydın, Atatürk T. ve D.K.H., s. 5-6)
 
Bu, benim kişisel sorunumdur. Durumu Büyükelçi’ye, daha başlangıçta açıkça ifade ettim. Dünyanın bu durumunda böyle bir sorunun, Türkiye ile Fransa arasında silâhlı bir anlaşmazlığa sürüklenmesi kesinlikle mümkün değildir. Fakat ben, bunu da hesaba kattım ve kararımı vermiş bulunuyorum. Şayet ufukta, bu yolda binde bir olasılık belirirse, Türkiye Cumhurbaşkanlığı’ndan ve hattâ Büyük Millet Meclisi üyeliğinden çekileceğim ve bir birey olarak bana katılacak birkaç arkadaşla beraber Hatay’a gireceğim. Oradakilerle elele verip mücadeleye devam edeceğim.
1937 (Hazan Rıza Soyak, Cumhuriyet gazetesi, 10. XI. 1949)

Fransız Büyükelçisi’ne söylemiştir :
– Benim davamdır bu, asla şakaya gelmeyeceğini bilmelisiniz! 
(Falih Rıfkı Atay, Atatürkçülük Nedir? s. 44)

Yarın sabah bir tümen asker yollasam, Hatay’ı alabilirim. Renani için harekete geçmeyen Fransızlar, bir Suriye sancağı için bizimle savaşa girmezler; bunu da bilirim. Fakat, ya bu sefer şeref ve namus sorunu yaparlarsa? Milletler belli olur mu? Ben bir sancak için Türkiye’yi savaş tehlikesine sokmam.   1937 (Falih Rıfkı Atay, Çankaya, cilt: II, s. 466)

27 Ocak 1937’de Cenevre’de yapılan Milletler Cemiyeti toplantısında, Hatay’ın bağımsızlığının kabul edilmesi üzerine Başbakan İsmet İnönü’ye telgrafından :

Başarılmış olan millî davada izlenen uygar yönteme, uluslararası lâyık olduğu değerin verileceğine şüphe yoktur. Bu eser, Cumhuriyet Hükûmeti’nin millî sorunlar üzerinde ne kadar şaşmaz bir dikkatle durduğunu ve onları en uygun şekillerde sonuçlandırmak için, cesaret ve feragatle hareket ve faaliyete geçebilecek enerji ve yetenekte bulunduğunu gösteren yeni bir örnek olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti’nin bu siyaset kavrayışının, dünyada barış ve huzur isteyen ve bunun doğal gereği olan hakseverliği benimsemeyi erdem bilen bütün dünya milletlerince takdirle karşılanacağına şüphem yoktur. Türkiye Cumhuriyeti, haklı olduğuna inandığı davasını, büyük ve adaletli hakem kurulu olmasını daima arzu ettiği ve bu sıfat ve yetkisinin daha çok çetin sorunların çözümlenmesinde en yüksek kudret ve kuvvete sahip olmasını temenni ettiği Milletler Cemiyeti’ne bırakmakla insanlık adına isabetli bir harekette bulunmuştur. Bu suretle uygarlık adına da yüksek bir görev yapmış olmakla, sadece takdir ve tebrike değerdir.
1937 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s. 579-580)
 
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Fransa Cumhuriyeti Hükümeti arasında Cenevre’de imza olunan belgelerin belirttiği rejimin birinci evresi, Hatay Türklüğünün yüksek karar ve enerjisi ile, başlamıştır. Başka türlü olmazdı ve bundan sonra da olamaz. Buna, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk milletinin olduğu kadar, bu sorunda söz vermiş olan Fransa Hükûmeti’nin ve milletinin de şeref ve saygınlığı uygun değildir. 
1937 (Atatürk’ün S.D.III, s. 102)